Steve Areen, aslında
uzun zaman Delta Havayollarında uçuş görevlisi olarak çalışmış biri.
Bildiğimiz anlamda bir “mimar” değil. Fakat Tayland’da inşa ettiği evi görenler
sanırım buna inanamaz. Eşinin erkek kardeşinden aldığı ipuçlarıyla bu şahane
kubbe evi inşa eden Steve, iki yardımcısıyla birlikte bu evi altı haftada ve
yalnızca 8000 dolara malederek tamamlamış!
Işlerini bu kadar çabuk ve
kolayca halledebilmiş olmasında Tayland’daki imar yasalarının gevşekliğinin de
payı olmuş fakat yine de inşa sürecinin izinler dahil altı haftada
tamamlanabilmiş olması mucize gibi. Düşünsenize, yalnızca bir buçuk ay gibi
kısa zamanda kendi ellerinizle yaptığınız masal evini tamamlıyor ve final
dokunuşlarını da ekleyip kısa zamanda orada yaşamaya başlayabiliyorsunuz. Şahane!
Steve, ana inşaatı
bitirdikten sonra, kapılar, bölmeler, raflar, havuz, çardak ve çevre
düzenlemesi gibi daha ayrıntılı işlemlere girişmiş. Hepsini eşinin erkek
kardeşi Haijar ve yardımcısı Tao ile tamamlamış. Dıştaki kubbe formu, evin içinde de oval formlarla birbirini tamamlıyor. Son olarak, beton tuğlayla inşa ettiği kubbeyi terracotayla sıvayarak, içinde bulunduğu doğayla şahane bir bütünleşme yakalamayı başarmış. Çardak, nilüferlerle dolu minik havuz, bahçe, çatı, kapılar, tuvalet, banyo! saymakla bitmiyor evin göz alınamaz yerleri..
Steve maaliyetin az olmasında
Tayland’ın maliyeti ucuz malzemelerinin de etkisini olduğunun altını çiziyor, yine de tüm kol gücünü iki kişi görebilmesine bakılırsa gerek işçilik, gerek
yerel malzemeler kullanma anlayışıyla; dünyanın neresinde olursanız olun beton
toplukonutlara ödenen akılalmaz ücretlerin yanında oldukça ucuza malolacağı ve
çok daha sağlıklı olacağı kesin. Bu tarz bir anlayışı ve bu anlayışla kendi
evlerini inşa edebilen Steve gibi insanları bu yüzden çok seviyor ve sonsuz
saygı duyuyorum onlara.
Steve de ızgara
sisteminde hayat bulamayanlardan. Kendi eliyle yaptığı bu evin doğal yalıtımı,
ısınma ve soğutma açısından çok kullanışlı ve ekonomik. Kullanılan teknik,
malzeme vs. oldukça ilham verici evet ama diğer yandan ev, estetik açıdan da
büyüleyici. Steve’in kendi sitesini ziyaret ettiğinizde gördüğünüz
fotoğraflardan, yaptığı işten aldığı enerji ve mutluluğu görmemek mümkün değil.
Sanırım işin en güzel yanı da aslında bu. Steve, şimdi bu enerjisini başka
evler inşa ederek yaşatmak istiyor. Dilerim her şey istediği gibi gider ve
dünyanın öbür ucundan bizlere verdiği gibi daha pek çok insana ilham vermeye
devam eder.
günlerdir, "insanları gülümsetmek için" 64 yaşındaki bir adamın, bir merdiveni gökkuşağı rengine boyamasının ardından, belediye yetkililerinin merdiveni griye döndürmesi, daha da durmayıp şafak operasyonuyla yine belediye yetkilileri tarafından bu kez gökkuşağı renklerine boyanmasıyla devam eden tuhaf bir inatlaşma ile karşı karşıyayız. ama o ilk griye boyama yaşandı iyi ki diyecek hale geldik. çünkü hem adamların renklerden bile korktuğunu görmüş olduk, hem de aslında biz renkleri ne kadar özlediğimizi fark ettik. öyle ki şimdi değil yalnızca istanbul'un, memleketin her yanından renkli merdiven-sokak görüntüleri düşer oldu sosyal medyaya. ne iyi oldu.
Bu hafta, tam da bu gündeme inat, aslında bir süredir aklımda olduğu gibi, "kamusal alanda renk" konusunda bir şeyler yazmak istiyorum. fakat "renk" derken elbette yalnızca renkleri kastetmiyorum; aynı zamanda "hayat veren, neşe getiren" "renk getiren" her şeyi kastediyorum.
O yüzden bu yazının konusu Almanya Dusseldorf'ta bulunan Kiefernstrasse oldu. Bu sokak, graffitileriyle meşhur. Taa 80'ler sıkılmış ilk spreyden bugüne büyük bir ilerleme gösteren Kiefernstrasse, bakmakla bitmeyecek, her bakıldığında yeni ayrıntılar keşfedilecek duvarlar dolusu graffitiyle kaplı şimdi. o yıllarda Dusseldorf'un banliyösü olan bu alan, şehrin graffiti sanatının merkezi haline gelmiş. Günümüzde de graffiti denince ilk akla gelen (takma isimleriyle) Fade, Magic, Cash gibi graffiti sanatçıları da burada yetişmiş. 1980'lerin başında başlayan akım, 1989'da bunun için kurulan özel bir polis birimi yüzünden engellenmişse de, belli ki gelenek akıllardan silinmemiş. 2004'te sokak halkı, evlerinin cephelerini graffitilerle "kaplayıp" yeniden tasarlamak için farbfieber ismiyle anılan bir graffiti topluluğuyla birlikte çalışmaya başlamış. Bugüne kadar sokağın sağ yanındaki neredeyse tüm evlerin cepheleri spreylenmiş durumda. ortaya da o kadar şahane görüntüler çıkmış ki, böyle bir sokaktan geçip de mutlu olmamak elde değil gibi görünüyor. işte o sokak:
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Fındıklı’dan Cihangir’e
uzanan merdivenler, Karaköy’de yaşayan 64 yaşındaki orman mühendisi Hüseyin
Çetinel tarafından, kendi ifadesiyle “insanları gülümsetmek” için gökkuşağı
renklerine boyanmıştı. Hepimiz o kadar çok sevdik ki o merdivenleri
–sevilmeyecek gibi değildi-, çılgınca paylaşıldı sosyal medyada. İstanbul gibi
bir beton ormanında, griler arasında hem de bireysel inisiyatifle boyanmış bu
rengarenk merdiven gerçekten de hepimizin içini açtı. Hemen her yerde
fotoğraflar paylaşılmasına rağmen bıkmadık, gökkuşağından hiç bıkılır mı?
LGBT’nin onur haftasında renkleri ne kadar özlediğimizi daha da iyi anladık
belki de. İstiklal Caddesi, LGBT onur yürüyüşü sayesinde gökkuşağı renkleriyle
dolmuştu da nasıl heyecanlanmıştık hepimiz. (iyi ki varsın gökkuşaklı LGBT, iyi
ki! Bize renkleri hatırlatmayı hiç unutmayın e mi?)
Ne var ki tepemize dikilmiş işaret parmağını
sallayarak bize renkleri yasaklamaya çalışanlar var. Ahmet Misbah Demircan
adını biliyor musunuz? Hani kendisini Beyoğlu’nu “güzelleştirmeye” adamış
AKP’li belediye başkanı. Anlaşılan renklerden hoşlanmıyor başkan. O kadar ki
dün gece belediye ekiplerini toplayıp merdivenleri griye boyatmaya göndermiş.
Birilerinin nasıl olup da renklerden korkabileceğini asla anlamayacağım
sanırım. SAHİ İNSAN RENKLERDEN NEDEN KORKAR?
Biz bu sorunun cevabını merak ededuralım,
gazetelerdeki haberlere bakılırsa Hüseyin Çetinel merdivenlere tekrar gidecek
ve fırçayı eline alacakmış. Dahası LGBT’nin duyurduğuna göre Cumartesi günü
17.00’de hep birlikte merdivenleri yeniden boyamak için bir çağrı var. Şimdi
fırçayı-boyayı kapıp yalnızca “o” merdiveni değil, bulduğumuz tüm merdivenleri
boyama zamanı. Çünkü biz renklerden
korkmuyoruz. Hiç korkmadık. Daha da ötesi renklerimizin tadı damağımızda
artık. Onların “boya”dan anladığı “boyalı su”, “boyalı mermi”yse, bizim
gökkuşağımız var. Onlarınsa öğrenecek çok şeyi..
Yapıgüncesi, bu hafta renkler konusunda çalışıyor
olacak. Şimdilik hepimize rengarenk günler dilerim.
Gezi direnişi başladı başlayalı hayatımızda çok çalkantılı
dönemler geçirdik hep birlikte. blog da yazılardan mahrum kaldı. o yüzden
dönüşü, bir işgal alanı Christiania ile yapmak istedim. Christiania,
Kopenhag'ın orta yerinde taa 1971'de çevre halkı tarafından alternatif ve daha
yeşil bir yaşam için işgal edilmiş ve günümüze kadar bu yaşamı sürdürebilmiş
bir kasaba. Artık özerk bir yönetime kavuşabilmiş ve kendi kurallarıyla kendi kanunlarıyla,
bugün durduğumuz yerden hevesle bakabildiğimiz bir yaşamı başarıyla
oturtabilmiş bir komün.
Christiania’nın çalkantılı tarihi 1971’de bir grup insanın,
önceleri askeri alan olarak kullanılan ve terk edilmiş barakaları çevreleyen
tel örgüleri aşıp bu alanı işgal etmesiyle başlamış. Talepleri; bölgenin
çocukların da oynayabileceği, yetişkinlerin de vakit geçirebileceği bir yeşil
alan olarak kullanılmasıymış. Aynı yıl, alternatif bir gazetede, buradaki terk
edilmiş barakaların, maddi yetersizlikler nedeniyle genç insanların
yaşayacağı evler olarak kullanılabileceği üzerine bir makale
yayımlanmış. Makale, çevrede bulunan ve komün hayatına dayalı farklı bir
yaşam dileyen, özgürlük isteyen insanların bölgeye akın etmesine neden olmuş.
Bu büyük talebin önüne geçemeyen devlet ve bölge yerleşimcileri, bu alanı
tanımak zorunda kalmış. Makalenin yazarı Jacob Ludvigsen, aynı yıl bu kendi
kendini yöneten komünün açılışını yapmış.
Öyle bir kararlılık ve başarıdan söz ediyoruz ki kırk yılı aşkın
süredir bu insanlar orada yaşıyorlar, sayıları yaklaşık 1000’i buluyor ve kendi
imkanlarıyla burada alternatif bir yaşamı sürdürebiliyorlar. tam 34 hektarlık bir alan! İşin en güzel
yanlarından biri de bu alanın, başkentin merkezine çok yakın olması, kesinlikle
gözardı edilebilir, izole bir yerde değil. Aksine neredeyse kentin göbeğinde
diyebiliriz.. Avrupa’nın neredeyse en tutarlı ve bugüne kadar başarıyla ayakta
durabilmiş tek hippi hareketi denebilir bu yüzden.
Christiania sakinleri, evlerini tamamen kendileri tasarlamışlar.
Evler için kendi aralarında komüne giden kiralar ödüyorlar, su ve elektrik
içinse belediyeye ödeme yapıyorlar. Geçimlerini ise kendi restoranları, kendi
üretimleri bisiklet ve diğer malzemelerle yapıyorlar. Evlerin ve kasabanın
fotoğraflarına bile bakmak -şahsen beni- çok fazla heyecanlandırıyor. İçerideki
yaşam ruhu, duvarlara, yollara, tabelalara, her ama her şeye yansımış! aksi de
mümkün değil sanırım..
Kendi elleriyle dönüştürdükleri barakalar gerçekten insana yaşam
enerjisi verecek türden. İçinde bulunan göl ve yeşillikler, hem yetişkinler hem
de çocuklar için şehrin ortasında keyifle vakit geçirebilecekleri bir alan.
Turistler için olduğu kadar, alternatif gösteriler, sergiler, konserler ve paneller için de bir çekim noktası.
Yine de elbette bu işgal süreci yaşadığı 40 yıl süresince çeşitli
sorunlarla başa çıkmak zorunda kalmış. Yasadışı maddeler satıldığı gerekçesiyle
güvenli olmadığı yolundaki söylentiler, hükümet ve belediyeyle yaşanan idari
çatışmalar gibi sorunlar elbette olmuş. Fakat 2011’de, bölgenin ele
geçirilmesinin 40. Yıldönümünde, komün bölgeyi satın alarak legal bir noktaya
taşımış kendini.
Chsirtiania yapımı özel bisikletler
Peki bölgede başka neler yapılıyor?
Meditasyon ve yoga Christiania sakinlerinin en popüler aktivitelerden.
Danimarka ve İsveç çapında meşhur Solvognen isimli bir tiyatro grupları var.
Pek çok malzemeyi elleriyle üretip hem kişisel kullanım, hem de satış için
kullanıyor, böylece gelir elde ediyorlar. kendi içlerindeki güvenlik
kurallarını ve denetimi de başarıyla sağladıkları için bu topluluk, bugün
Danimarkalılar arasında başarılı bir sosyal deneyim olarak addediliyor.
Danimarka yönetiminin kurallarını geçerli saymıyorlar, bu yüzden tüm sorumluluk
ve dolayısıyla başarı da bölge yerleşenlerine ait.
Christiania’daki işletmelerse şöyle:
Byens
Lys
Yerel sinema ve konferans salonu
Christiania
Bikes
Ünlü Christiania ve Pedersen bisikletlerinin
üretildiği dükkan.
Christiania
Børneteater/Christiania Jazz Club
Caz klüp.
Christiania
Merchandise
Hediyelik eşya dükkanı
Christiania
Radio
Yerel radyo istasyonu
Christiania
TV
Yerel televizyon istasyonu
Grønsagen
Organik sebze meyve marketi ve küçük bir büfe
Indkøbscentralen
Fair trade ve organic ürünlerin satıldığı,
2000’I aşkın organic ürünle Danimarka’nın alanında en iyi olan marketi.
Morgenstedet
Organik ürünlerle yapılan yemeklerin servis
edildiği vejeteryan restoran.
Kvindesmedien
Kadın demirciler dükkanı
Musikloppen
1973’te caz klübü olarak kurulmuş ve sonrasında
popüler bir yer haline gelmiş müzik salonu. Underground toplulukların sahne
aldığı, 450 kişiye kadar alan alternatif bir buluşma noktası.
Nemoland
Kafe olarak da kullanılan ve açıkhava
müziklerinin yapıldığı alan
Operaen
Christiania’nın meşhur Pusher Caddesi’nin
sonunda bulunan gece klübü ve konser alanı.
Optimisten
Marangoz.
Spiseloppen
Restoran
Sunshine
Bakery
7-24 açık bir fırın.
The
Gray Hall
Christiania’nın en büyük konser salonu. Aynı
zamanda büyük toplantılar ve alternative sergiler için de burası kullanılıyor.
The
Green Hall
Christiania’nın el yapımı ürünlerinin satıldığı
dükkan. Aynı zamanda küçük bi rev inşa etmek için tüm malzemeler burada bulunabiliyor.
Woodstock
Yerel pub.
Tahmin edebileceğiniz gibi,
Christiania'nın kendi bayrağı da var. Kırmızı zemin üzerine 3 tane sarı nokta.
bu üç sarı nokta, ismindeki i harflerini temsil ediyor. Renkler ise özellikle
seçilmemiş, daha önce askeri barakalarda bırakılmış ve o sırada bol bulunan
renkler olduğu için sarı ve kırmızıyı seçmek durumunda kalmışlar :)
Aynı
zamanda resmi olmayan bir marşları da var, 1976'da Tom Lunden'in grubu Bifrost
isimli grubun söylediği I kan ikke slå os ihjel (Bizi
Öldüremezsiniz), bölgenin resmi olmayan marşı haline gelmiş zamanla.
Bizim burada sürekli maruz kaldığımız devlet
ve polis terörüne karşın Danimarka’da böyle bir alanın bu kadar kolay
kurulabilmiş olmasına sırf “nezih bir kuzey ülkesi” olduğu için şaşırmıyor
olabiliriz ama maalesef hiçbir şey o kadar kolay elde edilmiyor. Kurulma
aşamasında yaşanan ve sürekli devlet tarafından taciz bahaneleri bulunmasının
yanısıra, neredeyse 40. Yılına yaklaştığı 2007 yılında ciddi bir baskına maruz
kalmış Christiania. 14 Mayıs 2007’de Devlet Orman ve Doğa Ajansı (governmental Forest and Nature Agency) yıkım için
Christiania’ya girmiş. Yolları kamyonlarla kapayan yıkımcıların ardından çok
sayıda polisin de içeri girmesiyle çatışmalar başlamış. Polislere taş ve havai
fişek atan, barikat kuran Christianialılara karşı gaz bombaları kullanılmış.
Sabaha kadar süren çatışmalarda yerleşimciler ciddi bir direniş sergileyince
polis geri çekilmek durumunda kalmış (ilk geri çekilme ise, içlerinden birinin
gizlice polisin ardına geçip polislere dışkı dolu torbalar atmasının ardından
olmuş :)). Fakat baskının ardından içeriden ve dışarıdan 50 kişi
tutuklanmış.
Bu gibi buralara nispeten çok daha hafif yaşanan pek çok soruna
rağmen, bana kalırsa dile kolay 40 yıldır böyle bir komünün avrupa'nın
ortasında sürdürülebiliyor olması hayal gibi. Rengarenk, kendi kendine yeten ve
kendi içlerinde hiçbir sorun yaşamadan mutlu mesut hayatlarına devam
edebilmeleri bana neverland gibi geliyor. Yalnızca fotoğraflarını görmek,
videolarını izlemek şansı sayesinde kabul edebiliyorum gerçeği. Demek
olabiliyor, demek kararlılık ve azim gerçekten en önemli şey, DEMEK BİZ DE
YAPABİLİRİZ!
umarım o günleri de hep birlikte, çok da uzakta olmayan bir
gelecekte göreceğiz.
o zaman gelip de tarihe kendi fotoğraflarımızı, kendi eserlerimizi kazıyacağımız dileklerimle..